Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin üzerinden iki hafta geçmiş olsa da sandıklardan çıkan sonuçların yankıları Almanya basınına yansımayı sürdürüyor. Seçmenlerin yüzde 15,9’unu faşist Almanya için Alternatif (AfD) partisine oy vermeye neyin ittiğini ele alan analizlere göre, ‘aşırı sağın’ sandıklardan güçlenerek çıkmasını yalnızca halkın siyasete duyduğu yabancılaşma ile açıklamak mümkün değil çünkü son yıllarda yaşanan krizler de tıpkı bir savaş gibi toplumu değiştirmiş durumda.
Almanya’nın doğusundaki Saksonya, Thüringen ve Brandenburg’da eylülde yapılacak eyalet meclisi seçimleri yaklaşırken, ana muhalefet Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ve federal hükümetin koalisyon ortağı Yeşiller de anketleri birinci sırada götüren AfD’nin yasaklanması için harekete geçme hazırlığında. Siyasetin ve toplumun her geçen gün biraz daha sağa çekmesinin etkileri ise kendisini ülkenin doğusunda kurulan ‘paralel dünyalardan’ Romanlara yönelik artan ayrımcılığa kadar bir dizi farklı şekilde gösteriyor. Başbakan Olaf Scholz’un Mannheim’da bir polis memurunun öldürülmesi sonrası mültecilerin sınır dışı edilebileceği sinyalini vermesi karşısında ise Almanya’da yaşayan Suriyeli bir hukukçu, “Suriye’nin tam olarak neresini güvenli olarak değerlendirmek istiyorsunuz?” diye sordu.
Ülke siyasetinin adeta ‘demirbaşı’ haline gelen AfD tartışmalarından ırkçılık ve ayrımcılığın toplum ve siyasetteki farklı tezahürlerine geçen hafta Almanya basınına yansıyan haber ve yorumlardan öne çıkan bazıları şöyleydi…
‘PROTESTO PARTİLERİ’ NASIL BAŞARILI OLDU?
Die Tageszeitung (taz) gazetesinden Antje Lang-Lendorff’a göre, AP seçimlerinde çok sayıda seçmenin oylarını ‘protesto partilerinden’ yana kullanmış olmasını sadece siyasete yabancılaşmış olmaları ile açıklamak zor. “Kalıcı krizler toplumu değiştirdi” diyen Lang-Lendorff, “Birliğin öteki yüzü” başlıklı makalesinde, bu kadar çok kişinin siyasetten uzaklaşmasını sadece mevcut hükümet ve politikalarının başarısızlığıyla açıklamaya çalışmanın yeterli olmadığına işaret ederek şu değerlendirmede bulundu:
“Yabancılaşmanın sebepleri daha derinde yatıyor. Toplumu değiştiren, son 10 yılda yaşanan kriz deneyimleri oldu. Bu krizler, partiler ve medyaya yönelik ortaya çıkan güvensizlik ve bu güvensizliğin dile getirilme şiddetini de açıklayan psikolojik bir dinamiği tetikledi.”
Yazısında savaşın bir toplumu nasıl değiştirdiğini araştıran psikolog Robi Friedman’ın görüşlerinden yararlanan Lang-Lendorff, Almanya savaşta olmasa da söz konusu ‘varoluşsal tehditler’ olduğunda toplumsal etkilerinin de benzer olduğuna dikkat çekti. Bu tehditlere örnek olarak pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşı gibi krizlere atıfta bulunan gazeteci, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunlar kendi psikolojik dinamiğini geliştirir. Beraberlerinde getirdikleri birlik, krizin üstesinden gelmeye yardımcı olur ama aynı zamanda fikir çeşitliliğinin kaybına, dolayısıyla da temsil edilmediğini hissedenler arasında güven kaybına sebep olur… AfD bunu kullanıyor, tıpkı Sahra Wagenknecht’in de yaptığı gibi… Kendilerini siyasi olarak temsil edilmediğini hissedenlerin sözcüsü haline getirdiler.” (17 Haziran)
CDU VE YEŞİLLER’DEN ‘AfD YASAKLANSIN’ TALEBİ
Almanya’da sadece AfD karşıtı eylemlerde değil, siyasetçiler arasında da partinin yasaklanması yönünde talepler artıyor. Bu talebi en yüksek perdeden dile getirenlerden biri ise ana muhalefet Hıristiyan Demokrat Partili (CDU) milletvekili Marco Wanderwitz. Federal meclis üyesi, taz’a verdiği demeçte, “AfD’nin AP ve yerel seçimlerde aldığı sonuçlar korkutucu ve üzücü. Aşırı sağcılar pek çok belediyede zorla kendi gündemlerini kabul ettirebilir; bu gündem ise gittikçe daha radikal bir hal alıyor. Durup bekleyemeyiz ve beklememeliyiz” dedi. Saksonyalı siyasetçinin AfD’nin yasaklanması için federal meclise teklif sunabilmesi için 37 vekilin desteğine ihtiyacı var. Bu desteğe sahip olduklarını anlatan Wanderwitz, harekete geçmek için Münster Yüksek İdare Mahkemesi’nin AfD’nin ‘potansiyel olarak aşırı sağcı’ olduğu yönündeki kararının gerekçesini açıklamasını beklediklerini, burada dile getirilen gerekçelerin de ışığında tekliflerini sunacaklarını anlattı.
CDU’nun bu teklifine politika ve görüşleri çoğu zaman birbirine ters düşen bir partiden de dolaylı destek geldi. Yeşiller, çarşamba günü yapılan İçişleri Bakanları Konferansı’ndan (IMK) AfD’nin yasaklanabilmesi için ‘malzeme’ toplamak üzere bir ‘görev gücü’ kurulmasını talep etti. Yeşiller vekili Marcel Emmerich, “AfD, insanlar ve demokrasi için bir güvenlik riskidir. Parti sıralarında, milyonlarca vatandaşı sınır dışı etmek isteyen sağcı teröristler var. Çin ve Rusya, demokrasimizin en büyük düşmanlarıyken onların en büyük dostları” diye konuştu. SPD’li Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser ise yasak konusuna temkinli yaklaşıyor. Yasağın bir araç olarak kullanılmasını en başta bir kenara koymanın ‘akıllıca olmayacağını’ söyleyen Faeser, AfD’nin ‘önce siyasi olarak mağlup edilmesi gerektiği’ görüşünde. (17 Haziran)
‘PARALEL DÜNYALAR’ VE ARTAN IRKÇI AYRIMCILIK
AfD’nin yasaklanıp yasaklanamayacağı tartışıladursun, genel olarak aşırı sağa, özel olarak ise partiye artan destek, kendini toplumda ve siyasette farklı şekillerde gösteriyor. Örneğin, haftalık siyaset dergisi Der Spiegel’in haberine göre, aşırı sağcılar özellikle ülkenin doğusunda, restoranlardan dövüş ve konser salonlarına ‘kendi paralel dünyalarını’ inşa etmiş gibi görünüyor. Saksonya-Anhalt Eyalet İçişleri Bakanlığı’nın paylaştığı veriler, ülkede ‘aşırı sağ saiklerle kullanılan’ taşınmazların sayısının 2017’deki 136 seviyesinden 2022’de 210 seviyesine yükseldiğini ortaya koydu. Bu, yaklaşık yüzde 66’lık bir artış demek. En yüksek artışa dört kat yükselişle Saksonya-Anhalt’ta rastlandı. (17 Haziran) Roman Karşıtlığı Raporlama ve Bilgi Merkezi’nin (MIA) bu hafta ikincisini yayınladığı yıllık raporu ise farklı grupların artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığından nasibini nasıl aldığını gösterdi. Rapora göre, 2022 yılında 621 Roman ve Sinti karşıtı eylem kayıtlara geçerken, bu sayı geçen yıl 1233’e yükseldi. Bunlardan 502’si ayrımcılık vakası, 46’sı tehdit, 40’ı saldırı, 27’si mala zarar ve 10’u aşırı şiddet şeklindeydi. 212 Roman düşmanlığı vakası okul ve eğitim kurumlarında yaşandı; bunu 177 vaka ile yaşam alanları, 176 vaka ile devlet kurumları izledi. Yaşanan 83 olaya ise polis memurları karışmıştı. (Berliner Zeitung, 17 Haziran)
‘ALMANYA’YI ADALET ARAYABİLECEĞİM BİR YER OLARAK GÖRÜRDÜM’
Almanya’nın güneyindeki Mannheim kentinde İslam karşıtı bir mitinge Afganistanlı bir kişinin bıçaklı saldırı düzenlemesi ve saldırıda bir polis memurunun ölmesi üzerine, SPD’li Başbakan Scholz, Suriyeli ve Afganistanlı mültecilerin sınır dışı edilebileceğinin sinyalini verdi. Suriyeli hukukçu Anas Al-Rawi, taz için kaleme aldığı “Suriye’ye sınır dışılar: Suriye toplumu için tehlike” başlıklı yazısında, “İçişleri Bakanları Konferansı’nda Suriye’ye sınır dışı çağrısı yapıldı. Bu, suçluların suçlarının yanlarına kalmasına izin verir ve yerel halkı tehlikeye atar” değerlendirmesinde bulundu. ‘Esad rejiminin halkla savaşıp radikal İslamcıları güçlendirdiğini ve ülkeyi kaosa sürüklediğini’ anlatan Al-Rawi, “İşte bu yüzden Almanya’da terör eylemleriyle bağlantısı olan kişilerin Suriye’ye sınır dışı edileceği haberi karşısında şoka uğradım. Bu uygulama, evrensel yargı yetkisi ilkesine aykırı” diye yazdı.
Al-Rawi, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir Suriyeli olarak hem İslamcıların hem de hükümet destekçilerinin pek çok terör eyleminden mustarip oldum. Almanya’yı da özel yargı sistemi dolayısıyla her zaman adalet arayabileceğim bir yer olarak görürdüm. Ta ki bugüne kadar… Alman hükümetinin sınır dışı amacıyla Suriye’de sözde güvenli bölgeler belirlemek istediğini de duyuyorum. Suriye’nin tam olarak hangi kısmını güvenli olarak değerlendirmek istiyorlar? Bu, korkunç bir akıl oyunu. Suriye’de güvenli bir bölge olsaydı dahi terör tehditlerinin geri gönderilmesiyle orası da yeniden mahvedilmiş olurdu… Uluslararası yardımdan azade, istikrarlı bir Suriye isteyenler Suriyelilere Alman hukukuna göre muamele etmeli ve teröristleri burada yargı önüne çıkarmalı. Bunun dışında yapılacak her şey Suriye’yi güvenli bir ülke haline getirme çabasını baltalar.” (21 Haziran)
‘MEDYA EŞİT DERECEDE ELEŞTİREL OLSAYDI UÇURUM BU KADAR AÇILMAZDI’
Almanya’da özellikle popülizm kavramı üzerinden yürütülen AfD tartışmalarında, Sol Parti’den ayrılarak ocak ayında resmen partileşen Sahra Wagenknecht Birliği’nin (BSW) adı da artık sık sık birlikte anılır oldu. Başkentin yerel gazetelerinden Berliner Zeitung için ana akım medyanın AfD ve BSW’yi ele alış şeklini eleştiren bir makale kaleme alan gazeteci ve akademisyen Sebastian Köhler, kriz zamanlarında yerleşik partilerle medya arasındaki bağların güçlendiğinin gözlemlendiğine işaret ederek şu değerlendirmede bulundu: “Nispeten yeni olan siyasi güçler ise haber ve yorumlarda çoğu zaman geleneksel olanlara kıyasla daha farklı şekilde ele alınıyor. Bunu gazetecilerin AfD ve BSW tasvirlerinin çoğunda görmek mümkün: Bu aktörler – o da eğer konu edileceklerse – çoğunlukla aşağılayıcı bir şekilde haberleştiriliyor. Bu, özellikle sorunlu çünkü yerleşik güçler, yani sözde merkez ve özellikle hükümet aktörleri, birincisi nispeten sıklıkla, ikincisi nadiren mesafeli, hatta eleştirel bir şekilde tartışılıyor. Bu da çifte standart izlenimini beraberinde getiriyor. Eğer geniş bir erişime sahip basın, siyasi, ekonomik veya kültürel açıdan güçlü olanlara karşı aynı derecede eleştirel olsaydı, o zaman bu uçurumun açılması pek mümkün olmazdı.”
‘DEMOKRASİYE ASIL ZARARI YERLEŞİK NEOLİBERAL MERKEZ VERİYOR’
AfD ve BSW gibi partilerin bu kadar güçlenmesinin ardında yatan sosyo-ekonomik, siyasi ve kültürel nedenlerin ana akım medyada pek tartışılmadığı gözlemini de paylaşan Köhler, “Peki, insanlar arasındaki bu büyük memnuniyetsizlik nereden geliyor? Medya profesyonellerinin, sosyal yapıları eleştirel ve öz eleştirel bir şekilde sorunsallaştırmak yerine oradaki lider kadrolarının tartışmalı noktalarını skandal haline getirme olasılığı daha yüksek. Anlatıları ise şu şekilde olma eğiliminde: ‘İyiye’ karşı ‘kötü’, demokratlara karşı demokrasi düşmanları, merkeze karşı aşırı…” ifadelerini kullandı. AfD ve BSW seçmenlerinin ana akım medyada ‘aşırı sağcı’ ya da ‘aşırı solcu popülistler’ olarak damgalanmayı pek umursamadığını anlatan Köhler, sosyolog Yana Milev’in ‘normatif popülizm’ modelinin burada faydalı olabileceği görüşünde: “Bu, neoliberal müesses nizamın iktidar aracı olarak anlaşılabilir. Normatif popülizm, ‘politik doğruculuğu’ ilan eder ve bu esnada ‘farklı’ olan her şeyi, örneğin popülist ya da aşırılıkçı diye yaftalayarak değersizleştirip dışlama eğilimi gösterir. Milev’e göre, kamuoyu aşırı sağ – ya da en az o kadar ‘kötü’ olan – aşırı sol popülizmle mücadeleye odaklanmışken, demokrasiye yönelik gerçek zarar yerleşik neoliberal merkezden gelir. Çünkü normatif popülizm hem içeride hem dışarıda gittikçe daha fazla otoriter ve saldırgan olma ve davranma eğilimindedir.” (18 Haziran)
(DIŞ HABERLER SERVİSİ)